İstanbul Outlet Park AVM Kat: 2 No: 64 Beylikdüzü / İstanbul

BİZE YAZIN

info@mayhr.net

BİZE ULAŞIN

0533 336 16 65

GEMİLERDE VE DENİZ TAŞITLARINDA GÜVENLİ ÇALIŞMA

GEMİLERDE VE DENİZ TAŞITLARINDA GÜVENLİ ÇALIŞMA

3.1. İş Sağlığı ve Güvenliği Kavramları

Sanayi ve teknolojinin hızla gelişmesine bağlı olarak küreselleşmenin getirdiği ekonomik ve sosyo kültürel değişimler iş sağlığı konusunu ve işyeri ortamlarını yeniden gözden geçirmeyi gerekli kılmıştır. Bu anlamda dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızlı bir gelişim süreci yaşanmaktadır. Yaşanan bu gelişim sürecini inceleyebilmek adına iş sağlığı ve güvenliği kavramlarını tanımlamak ve açıklamak gerekir. Çalışmanın bu bölümünde çalışma kavramı, iş sağlığı ve güvenliği kavramlarının tanımı, amacı, kapsamı, tarihçesi ve iş güvenliğinin önemi açıklanmıştır. Daha sonra iş kazaları, meslek hastalıkları, güvenlik önlemleri, iş sağlığı ve güvenliği alanında görevli kurum ve kuruluşlar ve son olarak da iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarına yer verilmiştir.

3.1.1. Çalışma ve iş kavramı

Çalışma, insanlığın var olduğu günden bu yana süregelen bir eylemdir. İlk insanlar avcılık, toplayıcılık gibi eylemleri yaparken henüz çalışma adı altında bunu yaptıklarının farkında olmamışlardır. Onlar sadece zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için birtakım eylemler gerçekleştirmişlerdir. Daha sonraları yeni dünya düzeni kurulmaya başlanıp, yeni yeni keşifler ve icatlar yapıldıkça çalışma kavramı da şekillenmeye ve daha kapsamlı hale gelmeye başlamıştır.

Özellikle son yıllarda endüstri devriminin getirmiş olduğu makineleşme ve otomasyon sistemleri çalışma kavramının yeni bir boyuta taşınmasına sebep olmuştur.

Çalışma kavramı hakkında çok çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Genel anlamıyla çalışma kavramı çalışmak eylemidir. Türk Dil Kurumu; bir şeyi oluşturmak veya ortaya çıkarmak için emek harcamak, herhangi bir iş üzerinde olmak, işi veya görevi olmak, bir şeyi yapmak için gereken çarelere başvurmak olarak tanımlamıştır.

İnsan Hakları Bildirgesi’nin 23. Maddesi’nde çalışma kavramı ile ilgili olarak herkesin çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adaletli ve elverişli koşullarda çalışmaya ve işsizliğe karşı korunmaya hakkı olduğu ifadesi yer almaktadır.

İktisadi açıdan bakıldığında ise çalışma kavramı, tüketilmek üzere ürün veya hizmet üretmek için uygulanması gereken işlemler dizisidir. Çalışma kavramı iş kavramını da kendi bünyesinde barındırır denilebilir. Çünkü iş belirlenmiş bir ücret karşılığında yapılan çalışmadır (Gerek, 2010).

3.1.2. İş sağlığı kavramı

Günümüzde popüler bir kavram haline gelen iş sağlığı, geçmiş yüzyıllarda işverenler gözünde veya toplum nazarında pek fazla bir şey ifade etmiyordu. Çünkü tehlikeli işlerde toplumda yer edinememiş olan köle veya suçlulardan oluşan insanlar çalıştırılıyordu. Dolayısıyla böyle zor şartlar altında çalıştırmak onları bir noktada cezalandırmak anlamına geliyordu. Bu şartlar altında çalışan insanlar için yaralanma veya ölüm sıradan olaylardı. Bu nedenle bahsi geçen kesimin sağlık problemleri yaşaması veya ölmesi cezalandırma sisteminin bir gereği olduğu için toplum tarafından gereken tepkiyi görmemiştir. Bu toplumsal sorun da iş sağlığı kavramının uzun yıllar önemsenmemesinin ve gelişememesinin temelini oluşturmuştur.

İş sağlığı kavramı; çalışılan iş ile çalışanın sağlığı arasındaki ilişkinin bir uyum içerisinde olmasıdır. Buradaki ilişki çalışanın yaptığı işin çalışanın sağlığı üzerindeki etkisidir.  Yani amaç işin veya işyerinin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini belirlemek ve bu etkileri minimum düzeye indirmeye çalışmaktır.

İş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının eksiksiz ve kusursuz uygulandığı ve kazaların minimum düzeye indirilmeye çalışıldığı bir ortam, çalışan kişinin fiziksel ve ruhsal performansını iyileştirerek çalışanın sağlığını koruduğu için; iş kazası veya meslek hastalığı yaşanması riskinin önüne geçilecektir. Bunun için sağlığı tehlikeye düşürebilecek durumların net analizinin belirli periyotlarla ve aksatılmadan yapılması gerekmektedir.

Tanımlamalardan da özetlenebileceği üzere iş sağlığı kavramı, esas olarak iş ve işyeri ortamının potansiyel anlamda, sağlığa zarar vermeyecek bir hale getirilmesini ve bu durumun korunmasını ifade etmektedir. İşçinin çalışma ilişkisinde iş kazası ve meslek hastalığından korunmasını konu alan bütün çalışmalar bu kavram içerisinde değerlendirilmektedir (Kılkış, 2013).

3.1.3. İş güvenliği kavramı

İş güvenliği, çalışanların yanı sıra işletme ve üretim güvenliğini de sağlar. Literatür tarandığında iş güvenliğinin amaçlarının 3 temel başlık halinde özetlendiğini görebiliriz: çalışanı korumak, çalışan üzerinde işin veya işyerinin olumsuz etkilerini azaltmak ve son olarak da rahat ve güvenli bir çalışma ortamında çalışmalarını sağlamaktır. Burada işin veya işyerinin olumsuz etkilerini azaltmaktan kast edilen şey çalışanların iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı ruh ve beden bütünlüklerinin korunmasını sağlamaktır.

Genel anlamıyla iş güvenliğinin amaçları sıralanacak olursa:

  • Güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak,  
  • İşgücü ve emek kayıplarını azaltmak, 
  • İş verimliliğini maksimum seviyeye çıkarmak, 
  • Makine arızaları gibi istenmeyen durumları ve işletmeye fazladan maliyet oluşturabilecek durumları ortadan kaldırmak,
  • Çalışan ve çalışanın yaptığı işin uyumunu sağlamak.

İş güvenliği, sektör fark etmeksizin her iş alanında çalışanın hakkıdır. İş güvenliğinin dört temel ilkesi vardır:

  • Tehlikeli sonuçlar doğurabilecek eylemlerde bulunmamak,
  • İşletmede olması gereken donanım ve malzemeyi temin etmek,
  • Otomasyon sistemleri kullanmak,
  • Kişisel Koruyucu Donanımı (KKD) bulundurmak ve kullandırmak.

3.1.4. İş sağlığı ve güvenliği kavramı

Literatürde son yıllarda yerini alan ve adını sıkça duyurmaya başlayan iş sağlığı ve güvenliği kavramı, teknolojik gelişmelerle orantılı olarak önem kazanmıştır. Bu kavramın bu kadar önem kazanmasında minimum kaza, maksimum fayda ve çalışan memnuniyeti anlayışı yer almaktadır. Başta aile ve toplum olmak üzere devlet refahında önemli bir yeri olan çalışanların memnuniyetinin büyük bir bölümü işyeri düzenlemeleri ile giderilebilmektedir. Fakat burada öncelikli amaç işçinin bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüğünün korunmasıdır.

İş güvenliği, iş yerlerinde yapılan faaliyetler esnasında meydana gelebilecek tehlikelerden ve çalışan sağlığına zarar oluşturabilecek koşullardan korunmak amacıyla yapılan faaliyetlerdir.  Teknik bir bilim dalıdır. Mühendislik, psikoloji ve ergonomi gibi bilim dallarından faydalanmaktadır.

İş sağlığı ise sanayileşmeye bağlı olarak zamanla önemi artan bir bilim dalıdır. Bu bilimin amacı iş kazalarını, yaralanmaları ve hastalıkları önlemektir. İş sağlığı: işlerin bir düzen içerisinde yapılması gibi faaliyetleri amaçlayan faaliyetler zinciridir.

Diğer bir tanıma göre ise İSG: İş yerlerinde işin yürütülmesi sırasında fiziksel, zihinsel ve sosyal açıdan tam bir iyilik halinde olmayı, mesleki risklere karşı korunmayı, uygun işlerde çalıştırılmayı sağlamak amacıyla yapılan sistemli ve bilimsel çalışmaları ifade eder.

İSG Kanunu İş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının amacını; “işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir” olarak belirtmiştir.

Burada üzerinde durulması gereken asıl konu uygun tedbirlerin alınması değil bu tedbirlerin çalışanlara kabul ettirilmesi ve uygulanabilirliğinde sürekliliğin sağlanmasıdır (Piyal, 2002).

3.1.5. İş sağlığı ve güvenliğinin amaçları

İSG uygulamaları gün geçtikçe daha da önem kazanmaktadır. Bu uygulamalarda elbette ki asıl amaç çalışanı korumaktır. Bunu yaparken de bir kaza ya da mesleki hastalık meydana gelmeden önce onu önlemek adına tedbirler alma zorunluluğu taşır. İSG’nin en önemli amacı çalışanın yaşam ve beden bütünlüğünü korumaktır.

Uluslararası kamuoyunda, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya İşçi Örgütü (ILO) kurdukları karma komisyon ile işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin amaçlarını şu şekilde kategorize etmişlerdir:

  • Çalışanların sağlık kapasitelerini maksimum seviyeye çıkarmak,
  • Olumsuz çalışma koşullarından dolayı çalışanın sağlığının bozulmasını önlemek,
  • Çalışanları fiziksel ve ruhsal anlamda kendi yeteneklerine uygun işlerde çalıştırmak,
  • Yapılan iş ile işçi arasında en uygun verim noktasını yakalamak.

Bir başka sınıflandırmada ise amaçlar şöyle sıralanmıştır:

  • Çalışan sağlığının korunması için gerekenlerin yapılması ve sık sık güncellenmesi, 
  • Çalışma koşullarının sebep olduğu sağlık problemlerinin önlenmesi,
  • Çalışanların, sağlık durumlarına olumsuz etki edebilecek unsurlardan korunması, 
  • Çalışanların fiziksel ve ruhsal yapıları açısından kendilerine uygun işlerde çalıştırılması.

İSG uygulamalarının etkin olarak uygulandığı firmalarda risk minimum düzeye indirildiği için çalışanlarda motivasyon artacak ve bu da verimliliği pozitif yönde etkileyecektir.

3.1.6. İş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimi

İnsanlıkla beraber var olan çalışma kavramının iki temel taşı işçi ve işyeridir. Önceleri pek önem verilmese de özellikle sanayi devrimi ile birlikte İSG’nin önemi anlaşılmıştır. Kömürün kullanılması, buharlı makinalar, petrolün bulunması, kimyasal gelişmeler İSG’ye verilmesi gereken önemi arttırmıştır.

Geçmişe bakıldığında MÖ 2000’li yıllarda Hammurabi Kanunlarında yapılan bir inşaat sırasında ölüm veya hasar meydana geldiğinde yüksek yaptırımlı cezaların var olduğu görülmektedir. Yine Heredot ilk kez çalışanların verimli olabilmesi için yüksek enerjili besinlerle beslenmeleri gerektiğini dile getirmiştir. Hipokrat ise çalışanların işlerinden fiziksel veya zihinsel zarar görebileceğini dile getirmiş ve bu alanda ilk kez kurşunun çalışan üzerinde zararlı etkileri olabileceğinden söz etmiş; halsizlik, kabızlık, felçler ve görme bozuklukları gibi belirtileri saptamış ve son olarak da bulguların kurşun ile ilişkisini açık bir biçimde ortaya koymuştur. Daha sonraki dönemlerde İtalyan Ramazzini, bir kitap yayımlayarak iş kazalarını önlemek ve koruyucu güvenlik önlemlerinin alınması yönünde görüşler belirtmiştir. İSG’nin kurucu babası sayılan Ramazini’nin çalışmaları bunlarla sınırlı kalmamış işyerlerinin sıcaklık değerlerinden, işyeri havalandırma sistemlerinden bahsetmiş ve bu tür düzenlemelerin iş verimini arttıracağını ileri sürmüştür.

İslam dünyası incelendiğinde Mısır’da Yusuf peygamberin zamanında sosyal güvenlik benzeri uygulamaların var olduğu görülmektedir. Yusuf peygamberin yedi bolluk yılında stoklar yapıp yedi kıtlık yılında da bu stokları kullandığı böylece iş alanında standardı korumaya çalıştığı söylenmektedir. Tarih içerisinde İSG ile ilgili olarak birçok uygulamanın süregeldiği yadsınamaz bir gerçektir. Fakat bu uygulamaların bir düzen ve disiplin içine sokulması buharlı gemilerin icadıyla ivme kazanan sanayi devrimine kadar uzamaktadır.

Sanayi devriminin getirdiği olumsuz koşulları düzenlemek, çalışanların sağlığını korumak ve işyeri güvenliğini sağlamak amacıyla birçok tıbbi, teknik ve yasal çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar İSG’nin ilerlemesini hızlandırmıştır. Sanayi devriminin gerçekleştiği ülkelerde işçi ve işveren arasındaki düzenlemelerin ilk olarak İSG alanında yapıldığı söylenebilir. Rantanen ise, küreselleşmenin gelişmiş ve gelişmemiş olan ülkelerde farklı şekillerde bir yol izlediğini belirtmiştir.

Bu alanda yasal olarak yapılan ilk işlem işçi ve işveren arasında ciddi problemlerin yaşandığı İngiltere’de 1833 yılında çıkarılan Fabrikalar Yasası olmuştur. Bu yasada çalışma süresi 10 saate indirilmiş ve 9 yaşın altındaki çocuklara çalışma yasağı getirilmiştir. Daha sonra 1842 yılında yeni bir yasa ile kadın ve çocukların maden ocaklarında çalıştırılmaları yasaklanmıştır. 1844 yılında fabrikalara işyerinde hekim bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Aynı dönemlerde Fransa ve İtalya’da da benzer adımlar atılmıştır. İş kazaları nedeniyle tazminat ödeme konusunda ilk adım Almanya’da atılmış ve kısa sürede Amerika ve Avrupa’da da yaygınlaşmıştır.

Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken Amerika’nın Massachusettes eyaleti bu alanda ilki gerçekleştirmiş ve 1836 yılında çocuk işçiler hakkında bir yasa çıkarmıştır.

Zamanla dünyada yankı bulan bu çalışmalar 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) kurulmasıyla zirveye ulaşmıştır. Bu örgütün temel ilgi alanı çalışma yerleri ve sosyal koşullarla ilgili uluslararası standartlardır.

Acıdır ki aynı dönemlerde Osmanlı’da bu anlamda ciddi düzenlemeler bulmak mümkün değildir. Bu alanda düzenlemelerin olmayışının temel nedeni sanayinin yeteri kadar gelişmemiş olmasıdır. Çünkü Osmanlı’da iş kollarının büyük bir bölümü zanaatkâr üreticiler tarafından küçük el tezgâhlarında üretilen işlerden oluşmaktaydı. Dolayısıyla işçi ve iş güvenliği gibi kavramlar henüz tam anlamıyla yerleşmemişti.  Fakat yine de bu alanda az da olsa bazı çalışmalar bulunmaktadır. 16. ve 17. yüzyılda iş hayatının örgütlenmiş hali diyebileceğimiz lonca teşkilatları çalışma hayatı ile ilgili düzenlemeler yapmışlardır. Bunun dışında 1865 yılında kömür madenlerinde çalışanlar için bir düzenleme yayınlanmıştır. Akabinde 1869 yılında “Maadin Nizamnamesi” çıkarılmıştır.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise, 1921 yılında 151 sayılı “Ereğli Havza-i Fahmiye Maden Amelesinin Hukukuna Mütealik Kanun” kömür işçilerinin çalışma şartları ve işçi sağlığı ile ilgili ilk kanundur (Sabuncu, 1998).

Daha sonra cumhuriyet döneminde yaşanan gelişmeler şöyle sıralanabilir:

  • 1924 yılında 394 sayılı kanunla hafta sonu tatili çıkarılmıştır.
  • 1926 yılında 818 sayılı kanunla iş kazası ve meslek hastalıkları ile ilgili hukuki hükümler getirilmiştir.
  • 1932 yılında ILO’ya üye olunmuştur.
  • 1935 yılında Milli bayram ve genel tatil günleri hakkında kanun yürürlüğe girmiştir.
  • 1946 yılında Çalışma Bakanlığı’nın kurulması bu alanda önemli bir adımdır.
  • 1948 yılında WHO’ya üye olunmuştur.
  • 1954 yılında öğle tatili ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.
  • 1960 yılında yıllık ücretli izin ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.
  • 1964 yılında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu çıkarılmıştır.
  • 1975 yılında 1475 sayılı İş Kanunu çıkarılmıştır.
  • 1983 yılında 2821 sayılı Sendikalar Kanunu çıkarılmıştır.
  • 1983 yılında 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Kanunu çıkarılmıştır.
  • 1986 yılında 3308 sayılı Çıraklık ve Mesleki Eğitim Kanunu çıkarılmıştır.
  • 2003 yılında 4857 sayılı İş Kanunu ve 4958 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu çıkarılmıştır. 
  • 2004 yılında da Türkiye’de İSG Geliştirilmesi Projesi uygulanmaya başlanmıştır.

Yapılan bu iyileştirme ve düzenlemeler çağın gereklerine uygun olarak sürekli düzenlenmekte ve güncellenmektedir.

3.1.7. İş sağlığı ve güvenliğinin önemi

Zamanının çoğunu iş yerlerinde geçiren çalışanların verimliliği elbette ki iş ortamlarına bağlıdır. Çalışanın verimliliği ve sağlığı iç ve dış etkilerden ayrıca kişisel eğilimlerden de etkilenmektedir. Huzurlu, güvenli ve mutlu işyerlerinde çalışan personel her alanda verimlilik sağlarken, tam tersi durumlarda bu verimlilik mümkün değildir. Bu nedenle İSG’nin hem işyerlerinde hem de yasalarda önemi hızla artış göstermiştir.  Yaşanan bir iş kazası veya meslek hastalığı başta işçiyi beraberinde de işçinin ailesini etkilemektedir. Bu da endirekt olarak çalışma şartlarının beğenilmemesi, işçi hakları gibi konular öncülüğünde toplumu ve sosyal güvenlik hakkı kapsamında ülke ekonomisini dahi etkilemektedir. Bu nedenle işçinin bedenen ve ruhen sağlıklı olması tüm toplumu etkileyebilmektedir.

Bir ülkede İSG’ye verilen önem derecesi o ülkede meydana gelen iş kazaları ve meslek hastalıkları sayısı ile ölçülebilir. Örneğin Türkiye’de 2005 yılında iş kazası sayısı 73.923 iken bu sayı 2006 yılında 79.027’ye çıkmış ve 2007 yılında da 80.602 olarak tespit edilmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından hazırlanıp yayınlanan, 2016 yılına ait İş Kazası ve Meslek Hastalıkları İstatistikleri ’ne göre 2016 yılı içerisinde iş kazası veya meslek hastalığına yakalanan çalışan sayısı 286.068 olarak belirlenmiştir. Bu inanılmaz rakamların ilk başta aile üzerindeki etkileri, sonra toplum üzerindeki ve son olarak ekonomik açıdan devlet üzerindeki etkileri düşünüldüğünde İSG’ye verilmesi gereken önemin boyutu da ortaya çıkmaktadır (Sancakdar, 2011).

3.1.7.1. İşçi ve işveren açısından önemi

Her insanın yaşama hakkı vardır. Bu hak yasalarla korunma altına alınmıştır. Kimsenin yaşam hakkı elinden alınamaz. Dolayısıyla buna yol açabilecek durumların belirlenmesi ve ilgili önlemlerin alınması gerekmektedir. Çalışma hakkı da yaşama hakkı gibi insanın en temel haklarından biridir. Fakat çalışma ortamında kişinin yaşama hakkını tehlikeye düşürebilecek faktörler olması durumunda, konuyla ilgili kurum ve kuruluşlar gerekli tedbirleri almak zorundadırlar.

İşverenler işyerlerinde konuyla ilgili önlemler almak, bunların uygulamalarını sağlamak, uygulatmak, denetlemek ve bu konularda çalışanları bilgilendirip eğitimler vermek zorundadırlar. Yapılacak eğitimin usul ve esasları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca çıkarılan İSG Yönetmeliği ile düzenlenmektedir.

Artan üretim ve ürün çeşitliliği ile birlikte iş kazaları ve meslek hastalıkları da günden güne artış göstermiştir. Önceleri sınırlı sayıdaki mesleklerde önem verilmesi gereken tedbirler artık hemen her alanda zorunluluk haline gelmiştir. Maden işçileri ekseninde yolculuğuna başlayan İSG artık sadece işçiler için değil işverenler yönünden de ehemmiyetli bir hal almıştır. Çalışanın fiziksel veya ruhsal bir rahatsızlığı onu da fazlasıyla etkilemektedir. Bu durum sadece çalışan ve işveren için değil aile fertleri için de önem taşımaktadır.

Yaşanan kazalar sonrasında telafisi mümkün olmayan veya çok zor olan sonuçların doğması İSG’yi iyice önemli hale getirmiştir. İş kazaları sonucunda işçinin maruz kalabileceği kayıplar şöyle sınıflandırılabilir:

  • Gelir düzeyinde yaşanan kayıplar,
  • Çalışma gücündeki kayıplar,
  • Psikolojik ve ruhsal problemler.

Çalışılan bir işyerinde meydana gelen bir kaza; işveren açısından fazladan maliyet unsurları demektir. Bu maliyetler arıza gören makine ve teçhizat hasarı, sağlık ve ölüm ödemeleri, ilk yardım harcamaları, çalışılmayan iş günleri ve iş gücü olarak gösterilebilir. İşletmenin pazar kayıpları da bu kayıplara ilave olarak belirtilebilir.

Güvenlik önlemlerinin alındığı işyerlerinde işverenin kazançlarından birisi de işyerindeki araç ve gereçlerin bu önlemler neticesinde korunuyor olmasıdır. Çünkü sanayi üretimi yapan bir işletmede makinalar çok pahalıdır ve bunlar maliyeti yüksek yatırımlardır. Dolayısıyla bu tür önlemler, bu tür makinaların hasara uğrama olasılıklarını azaltacaktır. İşveren için bu noktada bir diğer fayda da vasıflı işgücünün korunması, işyeri prestijinin ve firmaya duyulan güvenin artmasıdır.

Dünya’da her saniyede en az üç kişinin iş kazası geçirdiği ve bunun sonucunda yaralandığı, her üç dakikada bir işçinin de iş kazası veya meslek hastalığı sonucu öldüğü tespit edilmiştir.

Önlemek telafi etmekten daha kolaydır ilkesi gereğince bu kayıpların yaşanmaması adına önlemlerin belirlenmesi, uygulanması, düzenli kontrollerinin yapılması işveren tarafından çok daha az bir maliyetle halledilebilecektir (Tanır, 2011).

3.1.7.2. Ülke ekonomisi yönünden önemi

Bir iş kazası meydana geldiğinde bu olay sadece çalışanı ve işvereni değil aynı zamanda çalışanın ailesini, arkadaşlarını, meslektaşlarını, toplumu ve ülke ekonomisini de etkilemektedir.  Yapılacak tüm tedavi veya sair masraflar işverenden, dolayısıyla ülke ekonomisinden harcanmaktadır.

İş yerinde meydana gelen kazalar sadece kaza geçiren için değil çevresindeki kişiler için de maddi ve manevi zararlara yol açmaktadır. Bu zararlar ülke ekonomisinde azımsanamayacak bir yer tutmaktadır. Bu nedenle birçok özel veya kamu kuruluşu bu kazaların nedenlerini belirleyip önleyebilmek adına çeşitli çalışmalar yürütmektedirler. Bu çalışmalarda asıl amaç kaza sonrası müdahale değil, kazaların olmasını önlemektir. Çünkü kaza sonrası yapılan tüm harcamalar iş kazalarının temel maliyetini oluşturmaktadır.

İş kazaları tüm dünyada önemli bir problem teşkil etmektedir. İş kazaları her gün yüzlerce sayıda insanın yaralanmasına, sakatlanmasına veya ölümüne neden olmaktadır. Kısaca bu problem dünya ülkelerinin özenle üzerinde durması gereken ortak problemidir. Fakat bu problem çözümsüz değildir. Gerekli tedbirler alınıp, uygulandığı sürece bu kazalar büyük oranda azaltılabilir veya engellenebilir. Bu konuda bu tedbirleri almayan veya bunları uygulamakta geciken ülkelerde bu iş kazalarının yıkıcı etkisi daha da artmaktadır.

Ülke ekonomileri açısından incelediğimiz iş kazalarının maliyeti sadece maddi olarak değil, işgücü kaybı açısından da incelenmelidir. Belki de bir daha hiç çalışamayacak olan bir çalışana sosyal devlet anlayışı gereği geriye kalan tüm hayatı boyunca maaş bağlanacaktır. Çünkü 5510 sayılı Kanun’un 16. maddesinde iş kazası sonucu devletin yapacağı yardımlarda çalışanın geriye dönük prim gün sayısına bakılmaz denilmektedir. Kazaları önlemenin telafi etmekten daha kolay ve ucuz olduğu unutulmamalıdır. Ve bu durum İSG ile ilgili önlemlerin ne kadar ucuza mal edilebileceğini göstermekte, aynı zamanda önemini daha da arttırmaktadır.

Kaza sonrası tedavi masrafları, tazminatlar buzdağının suyun üstünde kalan bölümünü oluşturur. Asıl görünmeyen ve büyük bir kısmını oluşturan bölümü ise dolaylı maliyetlerdir. Fakat bu dolaylı maliyetlerin net olarak hesaplanması çok zordur. Çünkü bu maliyetler kazaların akabinde meydana gelmez. Üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra ortaya çıkan maliyetlerdir.

İşletmeler herhangi bir kaza durumunda tazminatları, tedavi masraflarını, kayıp zaman maliyetlerini, kayıp işgücü maliyetlerini, işletmede meydana gelen moral bozukluğunu, yeni işe alımlarda yaşanabilecek güçlükleri göz önünde bulundurarak iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarını dikkate almak zorundadırlar (Uşan, 2007).

3.2. Denizcilik Sektörünün Genel Durumu

Türk Deniz Ticaret Filosunu incelediğimizde 150 Gt ve üzeri gemileri baz olarak ele alırsak 2015 yılı itibariyle toplam 1186 adet gemi kaydı bulunmaktadır. Adet bazında yapılan incelemelerde 1186 adet geminin adet bazındaki çoğunluğunu, sırasıyla %20,7 ile kuru yük, %14,5 ile yolcu gemileri, %12,1 ile balıkçı gemileri, %11 pay ile sportif ve eğlence amaçlı tekneler, %10,3 ile LPG tankerleri, %10,1 ile deniz araçları, %7 ile romorkörler, %5,5 ile hizmet gemileri, %4,5 ile dökme yük gemileri ve %4,1 ile konteyner gemileri gelmektedir.

3.4. Denizcilikte Karşılaşılan Riskler

Denizcilik alanında karşılaşılabilecek olan birçok risk mevcuttur. Bu çalışma kapsamında özellikle üzerinde durulacak olan konu deniz kazalarıdır. Aşağıda deniz kazaları ve kazalar sonucunda oluşan kirlilik riskleri ile alakalı tanımlamalarda bulunulacaktır.

3.4.1. Deniz kazaları ve kirlilik riski

Deniz kazaları sonucu oluşan kirliliğin önlenmesi adına gerçekleştirilmesi gereken planlamaların yapılabilmesi için kirliliğin sınırları ve dağılımı ile ilgili mevcut bilgiler ne yazık ki oldukça düzensiz ve dağınık durumdadır. Raporlama düzenleri, ülkeden ülkeye değişiklikler gösterebilmektedir. Raporlama şekli farklı biçimlerde ve gerçekleştirilen çalışmalarda resmi istatistiklere yer verilmemektedir.

NRC (National Research Center) tarafından verilen tahmini değerler denizcilik sektörünün deniz çevresindeki petrol kirliliğindeki oranını %40 olarak belirtmektedir (Kristiansen ve Rensvik, 1999). Ayrıca aşağıda belirtilen faktörlerinde deniz kirliliğine neden olduğu belirtilmektedir;

  • Deniz kıyılarında bulunan kent merkezleri ve sanayi tesislerinden çıkan ve arıtılmadan denize boşaltılan atıklar,
  • Tarımsal alanlarda erozyon sonucu akarsularla denize karışan toprak ve diğer kirleticiler,
  • Denizlerde kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından oluşan sızıntılar.
  • Gemiler ve diğer deniz araçlarından oluşan kirlilik (petrol, yağ atıkları, zehirli sıvılar, pis sular, çöpler vb.).

Denizde petrol kirliliğinin kaynakları aşağıda belirtilen şekillerde gerçekleşebilmektedir;

  • Tanker operasyonları,
  • Tersaneler,
  • Deniz terminalleri,
  • Yağ ve yakıt atıkları,
  • Tanker kazaları,
  • Tankerler dışındaki kazalar.

Kirlilik ve can kaybına sebep olan kazaların temel kaynakları karaya oturma, çatışma ve yapısal hatalar şeklinde ayrılabilmektedir. Bu belirtilenler ile birlikte, kaza başına denize dökülen miktar ya da can kaybı göz önüne alınır ise yangın ve patlama bu kazalar arasında önemli bir yer almaktadır.

ILO, denizde 1190 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtmiştir. Gerçekleşen deniz kazalarında meydana gelen yaralanmalar hakkında hiçbir kaynakta yeterli istatistiki bilgi bulunmamaktadır (ILO, 1996). 1996 yılında 1190 kişinin ölmesi ile sonuçlanan kazalarda 10.000’lerce kişinin de yaralanmış olması oldukça muhtemel bir sonuçtur. Denizcilik kazalarının maliyetleri genellikle sigorta değerleri üzerinden tespit edilmektedir. 1995 yılında meydana gelen gemi kazalarında toplamda 95 adet geminin kullanılamaz duruma geldiği diğer raporlanan veriler arasındadır (ILO, 1996).

Denizcilikte kazalar ve yaralanmalar ile ilgili istatistikler değişik organizasyonlar tarafından her yıl yayımlanmaktadır. 2013 yılında Ulaştırma Deniz ve Habercilik Bakanlığı tarafından yayımlanan kaza istatistikleri çerçevesinde deniz kazaları istatistikleri aşağıda Tablo 6. kapsamında belirtilmiştir (Türkiye Gemi İnşa Sanayicileri Birliği, 2012).

Bu araştırmada, denizlerimizde yaşanan yangılar sonucu, kaybedilen can ve mal kayıpların önlenebilmesinin ya da olası yangın riskinin azaltılabilmesinin olasılıkları araştırılmıştır. 

  Gemilerin, karadan bağımsız olmaları, olası kazalarda personel veya yolcuların kendi çabaları ve uğraşları ile kazadan kurtulabildikleri, yanan gemiden kaçacak tek yerin deniz olduğu düşünüldüğünde, yangına karşı ne kadar önlem alınsa yetersiz olduğu anlaşılmaktadır.

  Her geçen gün farkındalığı artan “İş Sağlığı ve Güvenliği” kavramının, insanlar için vazgeçilmez deniz araçlarında uygulamasının ne kadar önemli olduğu görülen çalışmalarda, önlem almanın yaşanabilecek kaza ve olaylardan çok daha ekonomik ve insancıl olduğu görülmüştür.

Gemilerde meydana gelen olası yangınların, gemilerdeki etkileri araştırılmış ve bir bölmede meydana gelen yangının yayılması ve insan sağlığı açısından etkileri yapılan araştırmalar ışığında incelenerek yangınların etkileri araştırılmıştır.

İş sağlığı ve güvenliğinin, var olan ve zorunlu önlemlerin ötesine geçerek olası ve gerekli önlemler almak olduğu düşünülerek yapılan araştırmada, gemiler için mevcut önlemler ve zorunluluklar incelenerek, alınabilecek ek önlemler araştırılmıştır.

Gemilerin makine daireleri, ambarları, mutfakları, yaşam alanları, güverte ve yakıt ikmallerinde yangın riskleri, yangınların çıkış nedenleri ve söndürme yöntemleri araştırılarak, yangın ve gemi arasında bağlantılar kurulmuştur.

Deniz kazalarının gerçekleşmemesi için alınması gereken birtakım hususlar mevcuttur, Bunlar aşağıda maddeler halinde belirtilmiştir;

  • Ekipmanın uygun ve kullanılabilir olduğundan emin olunmalıdır,
  • Kötü hava şartlarında gerçekleştirilen operasyonlarda güvertede güvenli bölgeler oluşturulmalıdır. Gerekirse rota değiştirilmeli ya da hız kesilmelidir,
  • Kapalı bir alana girerken kişisel koruyucu donanımların kullanılması sağlanmalıdır,
  • Yangın söndürücü ekipmanların her zaman ulaşılabilir yerlerde olmaları sağlanmalıdır,
  • Mürettebatın uygun kişisel koruyucu donanımlar ile donatılması sağlanmalıdır,
  • Emniyet koşullarının sağlandığından emin olunmalıdır,
  • Can güvenliğinin en önemli öncelik olduğu akıllardan çıkartılmamalıdır.

Adı Soyadı                 : Mehmet Ali Yaylacı

Yayın Tarihi           : Eylül 2019

Unvanı                       : İnsan Kaynakları/İsg B Uzman

Öğrenim Durumu     : Yüksek Lisans